Mirovek û Pirtûkek = Bir insan Bir Kitap ABDULLAH ÖCALAN Kitaplari PDF

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah ÖCALAN"ın yazıları kitaplarını bulabilirsiniz..

Halk savaşı Özgürlük savaşıdır

Düşman baskısının altında olan halk için tabii ki Önderlik gereklidir. Önderlikten söz edildiğinde, öncelikle ideolojik önderlikten bahsetmek gerekir. İdeoloji tek başına yetmez. Örgütlenme, yaratıcılık, buna göre beyin, buna göre aydınlanma ancak seni yürütebilir. Hem yaşam hem savaş içinde her engele karşı zorlu yollarda düşmeden ayakta kalabilmek için parti içindeki örgütlülük çok önemlidir. Çok hızlı, düşmeden, sağlam bir birlik içinde yürümeyi bileceksin.

Bugün partilileşme ve halk ordusuna ilişkin birkaç soru daha soracağız. Parti de, ordu da tek başına ne bir amaç ne de çözümdür. Süreç içerisinde halk için kendini ne zaman yaratırsa, o zaman amaçları doğrultusunda mevcut duruma göre yaşamsal bir araç olmaktadır.

Her yönüyle yaşamı elinden giden bir halk için yaşamı bir yana bırakalım, ülkesi ve hatta adı bile elinden alınmış, insanlık namına elinde hiçbir şeyi kalmamış bir halk için her şeyden önce ne yapılmalıdır? Eğer bu halk yaşamı, özgür yaşamı istiyorsa bazı şeyleri düşünmek gerekir. Halkın başına ne geldi, ne getirildi? Kim neyi, nasıl başına getirdi? Bunların hepsi ideolojik tespit meseleleridir; tarihle bağlantılıdır ve gereklidir, bilimsel yöntemle açığa çıkarmak gerekir. Ne kadar doğruysa o kadar doğru yol açılır. İdeoloji olmadan Kürt halkı nasıl yürüyemeyecekse, bu halkın çalışması, bu halkın savaşı da yürüyemez.

İdeoloji bir ışık gibi insanın önünü sürekli aydınlatır. Eğer bu yürüyüş savaşsa, kirli savaşa ve katliama karşı bir savaşsa, ışıksız bu savaş içerisinde nefes almak mümkün müdür? Akıllı olmak gerekiyor. Kendinizi cahil bırakmış, sonuna kadar düşürmüşsünüz. Ayıplarınızı, kusurlarınızı fazla açmak istemiyorum. Ama kendinizi ilk ilkellik sürecindeki hayvandan daha çok düşürmüşsünüz. Nefsinizle mutlaka savaşmak zorundasınız. Her şeyden önce ideolojiden bu kadar kaçış hayvanlıktır, hatta hayvanlıktan daha aşağı bir durumdur. Gözünüzü dört acın. Eğer burada insani bir yaşam varsa, amaç varsa, bu ideolojiye, insanlık sorununa her şeyden önce sahipleneceksiniz. İdeolojiden kopuklukta ısrar etmek, hayvanlıkta ısrar etmektir.

Tekrar söylüyorum: Biz kirli bir savaş içindeyiz, katliamı dayatan bir savaş içindeyiz. Eğer bu savaşı tanıyamazsan, bu savaşa ilişkin büyük düşünceyi, büyük irade gücünü oluşturamazsan ne yapacaksın? İnsan biraz dürüst ve akıllı olur. Bir nefes bile alamıyorsunuz, bir lokma yemek bile yiyemiyorsunuz. Bu durumun içindeyiz. Bunun için Kürt halkı diyoruz. Kürt halkı dediğimiz zaman ideolojiden bahsediyoruz. Katliam sürecinde olan bir halkın başına gelenleri ideoloji aydınlatıyor. Bunun için ideolojik meseleler ihmal edilemez. Yemeği içmeyi ihmal edebilirsin ama ideolojik mesele ihmal edilmeye gelmez.

Partileşme dersinde bu konuları işlediniz. İçimizde ahmaklığınızı, serseriliğinizi sürdürmezsiniz. Köylü kurnazlığınızı çok fazla konuşturuyorsunuz. Sizi ne kadar doğruya çekmeye çalışıyorsak da, emeğimiz üzerinde hayvanlığınızı dayatıyorsunuz. Sizin oyunlarınız bunlardır; köylü kurnazlığınız, ahmaklık oyunlarınız bunlardır. Ama bunlar doğru şeyler değildir. Burada kendi gericiliğinizi, düşmanın hizmetinde olan yaşamınızı cesaretle sürdürüyorsunuz. Tekrar diyoruz ki, bunlar doğru şeyler değildir. Bu noktalarda dürüst olacaksınız. Eğer dürüst olmazsanız olmaz. Neden kişiliklerinizde yücelme olmuyor, neden kişilikleriniz birkaç basit şeyi birbirinden ayırt edemiyor, neden ciddi ve dürüst olamıyorsunuz? Sebebi ne? Sebebi ideolojik meselelere kendinizi sokmadığınız, bu meselede sahtekârlık yaptığınız içindir.

İdeolojiyi anlarsanız yaşarsınız

Bize rağmen yaşamak istiyorsunuz; düşünce savaşı vermeden, başkalarının emeği üzerinde, hatta kendi ölümünüz üzerine yaşam istiyorsunuz. Bunlar doğru değildir. Size bunları zorla kabul ettirmiyorum; yaşamın koşullarını, yaşam şartlarını söylüyorum. Biz bunu sizden ne rica ediyoruz ne de size minnet ediyoruz. Ama eğer yaşam istiyorsanız, yaşam için ne kadar netlik ne kadar aydınlık gerekiyorsa ona ulaşacaksınız. Bu sizi düşman karşısında ayakta tutar, yaşam düşüncenizde netlik ve aydınlığa yol açar. Bunlar mecburiyetten değildir, yaşam şartlarıdır. Bu dersi verirken sanmayın ki size bunları zorla kabul ettiriyoruz ya da sizi zora sokuyoruz. Hayır! Bunlar doğru değildir.

Parti ideolojisine ilişkin söylediklerimizi tekrarlamak istemiyorum. Tarifi böyledir. Eğer dürüstseniz, size her şeyden önce yürek ve düşünce kadar gerekli olandır. Bu meseleler yürek ve düşünce işidir. Anlarsanız yaşarsınız, anlayamazsanız yaşayamazsınız.

Savaşmayı bırakalım, yaşayamazsınız. Birinci nokta budur.

Tabii beyni çalıştırmak, aydınlanmak tek başına yeterli değildir. Sadece büyük tavır, büyük netlik de yetmez. Ezilen bir halk her gün düşman kılıcının altındadır. Düşman baskısının altında olan halk için tabii ki Önderlik gereklidir. Önderlikten söz edildiğinde, öncelikle ideolojik önderlikten bahsetmek gerekir. İdeoloji tek başına yetmez. Düşünce vardır; ama kolun olmazsa, bacağın olmazsa, fiziğin olmazsa, ayağın olmazsa faydası yoktur. Tek başına beyin vücudun yaşaması için yeterli değildir. Her şeyden önce diğer gerçeklikler de gereklidir. Bu gerçeklikler nelerdir? Senin bütün fiziğindir. Bunlar ne anlama geliyor? Örgütlenme, yaratıcılık, buna göre beyin, buna göre aydınlanma ancak seni yürütebilir. Hem yaşam hem savaş içinde her engele karşı zorlu yollarda düşmeden ayakta kalabilmek için parti içindeki örgütlülük çok önemlidir. Çok hızlı, düşmeden, sağlam bir birlik içinde yürümeyi bileceksin. Budur.

Siz tüm bunlardan kaçıyorsunuz, örgütlenmeden kaçıyorsunuz. Birkaç şey öğrenmişsiniz fakat onunla yürümesini bilmiyorsunuz. Burada hasta bir insan veya yarı ölü bir kişi gibi duruyorsunuz. Başkalarının emeği üzerine kendinizi yaşatıyorsunuz. Parti içerisindeki durumunuz böyledir. Kendi gücü, emeği üzerine yaşama değil, her zaman Önderliğin yürütmesini bekleme durumundasınız. Sizin elinizden gelen, hasta bir insan gibi kendini üzerimize atmadır. “Beni yürüt yıllarca” diyorsunuz. Gece gündüz sabırla sizi yürütüyoruz. Ama bu doğru değil. Kendinizi ıslah edeceksiniz. Eğer amaçlar doğrultusunda yürümek istiyorsanız, görevlerinizi her zaman yerine getirecek ve bu temelde yürüyeceksiniz. Başka türlü de doğru değildir.

Parti örgütünü inkar ediyorsunuz, birçok temsilci, komitelerle oynuyorsunuz.Özellikle örgüt sorumluluğu, örgüt temsilciliği adı altında sahtekarlık yapıyorsunuz. Bu sizin köylü kurnazlığınızın ikinci biçimidir. Bu çok pis ve kötü bir durumdur. Köylü kurnazlığıyla siyaset olmaz, akıl yürütülemez. Ucuz bir kandırmacadır. Hırsız da değilsiniz. Hırsızın bir sanatı vardır, sizinki bundan daha da beterdir. Böyle öğrenmişler, olmaz! Ayaksız yürüme olur mu? Elsiz bir şey kaldırabilir misin? Gözsüz bir şey görebilir misin? Bu şekilde parti içerisinde yaşıyorsunuz.

Parti içi yaşamı kendinize esas alacaksınız

Komite çalışması nasıldır? Parti toplantıları nasıldır? Partinin rapor ve talimat sistemi nasıldır? Nasıl yerine getirilebilir ve yürünebilir? Bu sorunlar sizin için çok önemli değildir. Bu cahillikle parti adına hareket edilemez. Şimdiye kadar bu şekilde kendinizi başımıza bela ettiniz ve yürüttünüz. Hayır, olmaz! Sahtekarca yaşamak istiyorsunuz; iyi niyet adı altında sahtekarca yaşam içindesiniz. Bunlardan elinizi çekeceksiniz! Neden kişilikleriniz partinin politik kişiliğine ulaşamıyor? Çünkü sahtekarlıkla olmaz. Örgüt savaşımını, örgüt görevini, parti programını, ideolojisini amaçlar doğrultusunda yürütemezsen, sen nasıl dürüst ve başarılı olabilirsin? Sahtekarlıkla insan ancak hırsız olur. Sahtekarlıkla en sonunda kaybeder ve düşersin.

Bunun için diyoruz ki, parti içi örgütlenmeyi, parti içi yaşamı kendinize esas alacaksınız. Onsuz yaşam olmaz! İçinizde birçok ahmak var, görüyorum. Bir parti dersini almak istemiyor. Eğer bir dersi bile alamayacak düzeydeysen burada ne arıyorsun? “Gücüm yok, beynim kaldırmıyor, hazır değilim” diyor. Hazır değilsen kendini öldür, yok et. Bu halinle savaş içerisinde, parti içerisinde bıraksak bir gün bile yaşayamazsın. Kendini kandırıyorsun, sahtekarlıkla kendini kandırıyorsun. Artık bunu bırak! İçimizde bazı arkadaşlar ciddiyeti görmüyorlar. Biz parti yaşamına, parti örgütlenmesine muhtacız. Onlar kendilerini bundan uzaklaştırıyorlar, hatta engel bile oluyorlar.

Bunları fazla tekrar etmek istemiyorum. Bu biçimde insan nefes bile alamaz. Parti içinde sorumluluk almayı ve komutanlık yapmayı bir yana bırakın, düşmanlıktan başka bir şey yapamazsınız. İçimizde böyle birçok insan var. Umarım parti dersinde bu sorunları çözmüşsünüzdür. “Ben çözmedim, anlayamadım” diyeni sonuçta düşman sayacağız. Kabul edilemez. Belki ülkede böyle yaşadınız ama bundan sonra böyle kabul edilemez. Dikkat edin, parti içerisinde örgütlenmeyle yaşamsallaşma olur. Nedir bunlar? Bunlar komite, toplantı, talimat, propaganda, denetim, tartışmadır. Bunlar yoksa parti içinde kalmayın. Biz bunlara işleyiş kuralları, tüzük diyoruz. Bu temeller üzerinde parti yaşamını sürdürmek gerekiyor.

Parti ve tarih üzerine birçok şey söyledik. PKK olmasaydı adımız bile olmazdı. Özgür yaşam bir yana, bir tek insanın bile adı olmazdı. Sadece bizim içimizde değil, sempatizan halkımız, hatta hainlerimiz bile PKK’siz bir gün bile yaşayamaz durumdadır. Barzani’den tutalım bütün koruculara kadar birçok oluşum, PKK’nin gücü olmasa bir gün dahi karınlarını doyuramaz. Kürdistan’da partisiz ne sempatizan ne de hain yaşayabilir. Bunun icin PKK’yi yaşamın en esaslı şartı olarak algılayacaksınız. Bir sigaraya nasıl değer veriyorsanız, bin kez daha fazla partiye vereceksiniz.

Sizin için her şeyi imkan dahiline koyan parti doğrularıdır. Parti doğruları olmazsa Kürdistan’da kendi adını dilinin ucuna bile getiremezsin, “Ben Kürt’üm” diyemezsin, “Ben insanım” diyemezsin, iğne ucu kadar şereften bahsedemezsin. Parti bu kadar büyük bir güç konumundadır. Kendi canınızdan önce partiye değer vereceksiniz. Neden? Çünkü bu parti diğer partiler gibi değildir. Kürdistan ve PKK birleşmiştir. Onsuz hiçbir şey olmaz, kimse halk partisi kuramaz. Bundan binlerce yıl öncesinde de olmadı, binlerce yıl sonra da kimse bunun gibi parti kuramaz. Bunun için dürüst olun, akıllı olun.

Kürdistan tarihine bakın, birçok şeye bakın: Bazı şeyler mümkün mü, değil mi? Bu büyük fırsattır, önünüze koymuşuz, binlerce kez değer verin. Bu partinin ideolojisi, örgütlülüğü, silahı binlerce yılın gerçeğini elinize fırsat olarak vermiştir. Büyük bir müjdedir, değer vereceksiniz. Bu konuda da tekrar yapmak istemiyorum. Umarım anlamışsınız, yaşamın esas şartını almışsınız, kararlı çalışmayı yaşamınıza hakim kılmışsınız. Hepsini de gördünüz. PKK tarihi nasıldır? Şehitler tarihidir. Her şehidi nasıldır? Bunları gördünüz. Bir ihanet tarihidir ama nasıl bir ihanettir? İçte ve dıştaki ihanetin tarihidir. İşkence tarihidir, zulüm ve baskı tarihidir. Başlangıçtan şimdiye kadar nasıl üstesinden gelindi? Dağda, zindanda korkunç işkenceler altında, açlıkta, susuzlukta, soğukta, sıcakta bu tarih yaratıldı. Bu tarih büyük bir politik tarihtir. Bu tarihi karanlık binlerce yıldan alıp bugüne getirdik. Böyle bir insan ne tarihte ne dünyada vardır. Bu tarih kapsamlı ve görülmeye değer bir tarihtir. Herkes kendini bin kez güçlendirebilir. Bu tarihi bilmeyenin elinden hainlikten başka bir şey gelmez. PKK tarihi olmadan yaşam olmaz, siyaset olmaz, savaş olmaz. Bunları yavaş yavaş beyninize koyun.

Sizi kabul etmiyorum

Yaşam mı istiyorsunuz? Yaşam sizin hakkınızdır, ama nasıl bir yaşam? Büyük bir sorununuz var. Sadece size söylemiyorum, bütün Kürt halkına söylüyorum: Yaşam güzeldir. Sadece karnını doyurup hayvan gibi soyunu sürdürmekten değil; bazı şerefli şeyler uğruna ülkeye sahip olan, tarihe sahip olan, bir özgür ruha sahip olan, bir partiye sahip olan yaşamdan söz ediyoruz. Hatta maddi olarak da bazı şeylerin elde edilmiş olması gerekir. Bir çalışmaya sahip olma, bir sağlığa sahip olma, bir öğrenime sahip olmadır. Yaşam bunlarla güzeldir. Biz Kürtlerin elinde bunlar yoktur, bunlar daha önce ellerimizden alınmıştır. Size bakıyorum, sanki hepsi özgür olanların evlatlarıymış gibi, dedeleriniz ve babalarınızın hepsi özgürleşmiş, ülkeye sahiplermiş, şerefe sahiplermiş, tarihe sahiplermiş, her yönüyle iyilermiş gibi davranıyorlar. Sanki bir şerefe sahipsiniz, zaten özgürlük için fazla bir şeye de ihtiyacınız yoktur, önceden özgür doğmuşsunuz gibi davranıyorsunuz.

Duruşunuz budur. Bu duruş en büyük ihanettir.

Kürt’ün kendini kandırma olayı bu noktadadır. Özgür olmadıkları halde kendilerini özgür sanıyorlar. Ülkesizdir, kendini ülke sahibi sanıyor; partisizdir, kendini parti sahibi sanıyor; çaresizdir, kendini güç sanıyor; cahiller kendini akıllı sanıyor. Bunun için de doğru şeylere tenezzül edip öğrenmiyor. Bu büyük bir çelişkidir ve sizi felçli duruma getirmiştir. Her şeyden önce yaşamınızdaki bu çelişkiyi çözmelisiniz. Kendinizi dönüştürmeyi bile ihtiyaç olarak görmüyorsunuz. Bu biçimiyle yürüyorsunuz, bunca yıldır bu durumla karşımdasınız. Sizi kabul etmiyorum. Köle insanı, düşürülmüş insanı, yaşamdan bir şey anlamayan insanı ben nasıl şerefli ve örgütlü güç olarak sayacağım? Bunu beyninize iyi yerleştirin. Kendi derdini bilmeyene nasıl ilaç verebiliriz? Kendi hastalığını bilmeyen, nasıl sağlığının değerini bilebilir? Kendi yüreksizliğini, kendi imansızlığını bilmeyen, nasıl yürek ve iman sahibi olabilir?

Burada biraz dürüst olun. Bunların hepsi yaşamın esaslarıdır. Eğer içinizde bazı arkadaşlar, hatta bütün arkadaşlar gelişmek istemiyorsa açık belirtsinler. On yıldır savaş içindeler, o dağlarda düşmana karşı büyük bir güç olamamışlar, büyük bir örgüt olamamışlar. Sebebi nedir, neden? Şimdiye kadar da bu çelişkiler içinden çıkamamışlar. Esas çelişkilerini, yaşam ve özgürlük çelişkilerini çözememişler. İnsan ahmaklık temelinde, kölelik temelinde büyüyemez ki! Sizin büyüyememenizin, çaresizliğinizin altında yatan neden budur. Bu sizin suçunuz değil; aile sizi kandırmış, devlet sizi kandırmış, parti içinde önderlik adı altında sizi kandırıyorlar, siz kendi kendinizi kandırıyorsunuz. İşte çare bu söylediklerimizdir. Kendiniz bu durumu çözeceksiniz.

Doğru yaşam sizden ne istiyor? Parti sizi buna mecbur etmiyor. Bu sizin şerefinizdir. Özgürlük yaşamının yolu açılmazsa, başka türlü de yaşam olmaz. Anlamadan, bu temelde savaş verilmeden yaşam olmaz. Ben kendimi nasıl yokluktan var ettimse, siz benden daha fazla kendinizi yapacaksınız. Neden? Çünkü önünüze koyduğumuz imkanlar benimkinden daha fazladır. Partinin temsil edilmesi meselesinde, hatta insanlık temsilinde bile bu sorunu çözeceksiniz. Tekrar etmek istemiyorum. Eğer bu noktada kendinizi çözümlerseniz, sonunda halk içinde, düşman karşısında, savaş ortamında, nerede olursa olsun, doğru yürüyebilirsiniz, savaşta yerinizi alabilirsiniz. Parti çizgisinin temsili temelinde kendinizi çözmüşseniz, o zaman büyük savaşa da el atabilirsiniz.

Savaşımımız sadece dağda savaşmayla, gerilla savaşıyla sınırlı değildir. Halk arasındaki siyasi savaş, ideolojik savaş, örgütsel savaş, kültürel savaş, sanatsal savaş bir bütün olarak rolünü oynayabilir. Ama insan ancak belirttiğim kişilikle bu rolü oynayabilir. Bu savaşı getirip üzerimize attılar. Halk içinde halk gerçekliğine dayanarak ne yapabilirsin? Kadın örgütlenmesine, çocuk örgütlenmesine, yaşlılar örgütlenmesine, köylüler örgütlenmesine, şehir örgütlenmesine, işci örgütlenmesine, burjuva örgütlenmesine, ağa örgütlenmesine nasıl yaklaşacaksın? Ne alabilirsin, ne verebilirsin? Bunların hepsi için bu özellikler gerekiyor. Özelliklere göre yaklaşım gerektiriyor. Burada kendini bazı yönleriyle geliştirmek isteyen varsa, bu gerçekleri mutlaka görmelidir. “Ben gerillayım, halk beni kabul etsin, ben ideolojik bir insanım, halk beni her şeyimle kabul etsin” demekle olmaz. Bu böyle olsaydı biz, “Bu parti halk içindir” demezdik. Halkın kendisi ayağa kalkardı. Eğer birkaç sözle olsaydı, şimdiye kadar halkı yüz defa kurtuluşa götürmüştüm.

Bizden çalışma istiyorsunuz, halk için çalışmak istiyorsunuz. Bunun üzerinde çok derinlikli durduk. Derin bir halk çalışmasını isteyen de yoktur. Küçük bir çalışmadır. Bu temelde rahatlıkla yapabilirsiniz. İdeolojik çalışmaların hepsini kendimiz yürütüyoruz. Yürüyebilmeniz için size ne kadar gerekliyse, o da hazır önünüze konulmuştur. Partinin stratejisini, partinin taktiklerini derin ele alıp çözmüşüz.

Savaş bir sanattır

Gerilla savaşı, askeri savaşım konularına gelelim. Burada da şunu görüyorum: Yüzde doksan düşmanın veremediği zararı, siz gerilla savaşı adı altında partiye verdiniz. Savaş bir sanattır. Siz savaş sanatı üzerinde durmuyorsunuz. Bir savaş ki parti esaslarını yüzde yüz parti önderlerinden istiyor. Siz bundan da kaçıyorsunuz. Halk savaşı tamamen halkla bağlantılı olarak yürütülür; siz halkı da ayaklarınızın altında ezdiniz. Gerilla savaşı dağ savaşıdır. Gerilla savaşı nasıl rolünü oynar, yeri nedir? Bunları da göz ardı ettiniz. Serseri bir grup gibi dağda asi-avare grupları olarak kaldınız. Avare bir grup gibi işlevsiz, çalışmasız o dağlarda büyük zorluklarla yaşadınız. Elinize bu imkanları vermişiz, çok zor ve büyük zahmetler çekilerek elinize o silahı vermişiz. Bunları çok ahmakça, hatta eşkıya grubundan daha ahmakça bir keyfiyetle harcadınız; kendinizi de, çevrenizi de mahvettiniz.

Her şeyden önce savaş tarihi, halk savaşı, halk ordusu tarihi derslerini ve bizim savaş tarihi derslerimizi özümseyerek kendinizi bilinçlendireceksiniz. Sizin yürüttüğünüz bu savaş üzerinde çok durdum. Nefes nefese on beş yıldır, 15 Ağustos’tan bugüne hazırlık da yapıyorum. Ülkeden çıkışımız, burada on sekiz yıldır yürüttüğümüz çalışmalarımız bu savaş içindi. Maalesef siz daha bu savaşta nasıl, ne kadar rol oynadığınızın, savaş gerçekliğini ne kadar kavradığınızın, ne kadar uyguladığınızın hesabını bile vermekten korkuyorsunuz. İçinizde on yıldır, yirmi yıldır bu savaşta kalanlar var. Doğru dürüst hesap vermekten korkuyorsunuz. Kendi zayıflığınız hakkında, kendi ihanetiniz hakkında, savaş sanatının dışında, parti esasları dışında, halka verdiğiniz zarar, dağla oynama hakkında iki kelime söylemeye korkuyorsunuz. Anlayışınız da kalmamıştır.

Daha önce de söyledim: Cahilliğiniz çok derindir. Her şeyi kendi ellerinizle kaybetmişsiniz. Sonra da geliyorsunuz, “Biz gerillayız” diyorsunuz. Serseriler gibi bu yaşamı sürdürmek istiyorsunuz. Size diyorum, bu böyle olmaz! Biraz dürüstlüğünüz varsa, size birçok imkan yarattık; her şeyden önce diyebilirim ki size sunduğumuz imkanlar var.

Gençsiniz ama cahilsiniz. Savaş sanatını yakalayamamışsınız, savaş gerçekliğini tanıyamamışsınız, partiyi de iyi tanımamışsınız. Bazıları komutanlık adı altında sizi cahil bırakmış. Yaşamın temel çelişkileri konusunda kendinizi ahmak gibi bırakmış, kendinizi kandırmışsınız.

Bunları söylüyorsam sizi zorlamak için değildir. Bunlar PKK’nin esaslarıdır. Şehidimiz Hayri Durmuş’un kendisi “Borçluyum” demişti. Halbuki bu arkadaşın çok fazla hatası da yoktu. Partiye zarar vermemişti; partinin silahını, parasını, örgütünü düşmana vermemişti. Fakat bazı görevleri vardı. Neydi bu görevler? Ucuz düşmanın geline geçmemekti, düşmanın elinde partiyi zora sokmamaktı. İşte bu noktada kendini çok borçlu sayıyordu. “Ben borçluyum” diyordu. Hatta çok büyük bir direniş de sergiledi. Yine de kendini borçlu sayıyordu. Bunlar emirdir, PKK’de bunlar benim için bir emirdir. Biz bu temelde partiyi yürütüyoruz. “Ben bunu duymuyorum, görmüyorum” diyen bu kesimi artık kabul etmiyoruz. Böyle söyleyenleri kabul etmemiz mümkün mü? Biz şehitlerin vasiyetine sahibiz, şehitlerin anılarına sahibiz. Bunlar bizim gerçek esaslarımızdır. Bunların dışındaki her şey yalandır. Şehitlerin gösterdiği yol doğru yoldur. Ben birisinden bahsediyorum ama PKK’nin binlerce şehidinin hepsi de böyledir. Onlar bizim için esastır, emirdir.

Bunları boşa çıkarmak istiyorlar. “Biz unuttuk, keyfimiz nasıl isterse” diyerek ve hatta çok ilginç bir karşı çıkışla, gece gündüz düşünmeden. Peki, bu parti ne için var? Maalesef partinin verdiği bu kadar imkanı arkadaşlar kullanamıyorlar. Kahraman arkadaşlar yanı başlarında. Para, silah var, hepsini etraflarına dağıtıyorlar. Hatta bayan arkadaşlar bile bizi anlamıyorlar. Hepsini dağıtıyorlar, halen doymuyorlar. Şunu çok iyi bilmelisiniz ki, ideolojisi düşmanın elinde olan çok kötü bir durumdur bu. Hırsızdan da daha beterdir, çok namussuzcadır. Bu namussuzlukla komutanlık yapıyorsunuz. Ahmaklıktır, çaresizliktir. Ben bile böyle şeylere cesaret edemiyorum. Siz nasıl cesaret ediyorsunuz? Sizdeki cesaret değil, ahmaklığınızdır, cahilliktir. Cahillik insanı kör cesaretli yapar ama cehaletten kaynaklanan bu kör cesaret çok tehlikelidir. Hırsızların kör cesareti, gafleti çok tehlikelidir. Bu kör cesaretle tarihsel ve yüce amaçlar uğruna yürümen mümkün müdür? Bununla ancak ihanet yürür.

Dışarıda düzeniniz kalmamış. “Ne olursa olsun, bir canım var, onu da verdim, bundan başka benden ne isteniyor?” diyorsunuz. Sorun bu değildir, bir can vermekle sorunlar hallolmaz. Sadece can vermekle bu iş olsaydı, bu kadar şehit verdik. Sorun yaşamın esaslarıyla hallolur, sorun savaş esaslarıyla hallolur. Burada kendini sorumlu tutacaksın. Savaşmak tek başına yetmez. Savaşçılığının düşman karşısında bir değeri olmazsa, hatta savaşta kendi silahınla kendini vuruyorsan -yüzde doksan kendi silahınızla kendinizi vuruyorsunuz zaten- olmaz. Bir görevin var, bunun karşısında kendini bile savunamazsın. “Ben kendimi nasıl bir gerilla yaptım, nasıl şerefli bir gerilla oldum” diyemezsin. Sen kendi silahınla kendini vurdun, parti silahıyla partiyi vurdun, ayrıca herhangi bir başarın da yoktur. Düşmanı geriletmedin, bir dağda düşmanı sıkıştıramadın.

Her şeyi benim omuzlarıma yıkmışsınız. ”Ne kadar yetersizliğim olsa da, nasıl olsa başarı Önderliğin çalışmasıyla gelir” diyorsunuz. Biraz vicdanlı olun, neyim var benim? Fakir, borçlu, hatta devlete bile borçlu olarak öğrenim gördüm; bir yıl memurluk yaparak aldığım parayla bu işe başladım. Büyük bir çalışmayla size bu kadar imkan yarattım. Bu imkanlar gökten mi bana gönderiliyor? Arkamda devlet mi var? Hayır! Bunu iyi bilmeniz gerekir. Devlet yok, hepsi düşmandır. Bazı imkanları taktiklerle, dostane ilişkilerle önünüze koymuşuz. Bunu günü gününe, saati saatine, dakikası dakikasına boşa çıkarıyorsunuz. Ondan sonra da, “Haydi Başkan, bize büyük başarılar kazandır” diyorsunuz. Burada ne vicdanınız var, ne beyniniz kalmış. Bunun için de başımıza bela olmuşsunuz, kendi başınıza da belasınız.

Kedi gibi savaşıyorsunuz

Eğer askerlik derslerini tamamlamak istiyorsanız, bu noktada vicdanınızı ve bilincinizi çok dürüstçe göz önüne getireceksiniz. Bundan başka çareniz yoktur. “Yaşam değerlidir” diyorsunuz. Doğrudur, yaşamınıza değer vermek istiyoruz. Partinin ve halkın yaşamına da değil, kendi yaşamınıza sahip çıkmak istiyorsanız biraz doğru yaklaşın. Sizi zorla savaş içine gönderen yoktur, kimse sizi zorla düşman karşısına göndermiyor.

Size kedi gibisiniz demek gerekir. Kendini korur, etrafını da parçalar. Kedi gibi savaşıyorsunuz. Kendinizi savunmanız için elde ne varsa parçalıyorsunuz. Bu tarz halk savaşı tarzı değildir, aslan tarzı savaş değildir; sizin savaşınız kedi savaşıdır. “Kendi savunman için, çevrenin savunması için ne yaparsan yap” yaklaşımıdır. Böyle olmaz! Ayrıca kedi savaşta başarılı olamaz. Ben sizi bir kedi bile saymıyorum. Aslanların elinde de değilsiniz, kedinin elinde oynadığı fareye benziyorsunuz. Savaştaki durumunuza bakıyorum: Fare nasıl kedinin ağzında yaşadığını sanıyorsa, siz de dağda düşmanın elinde fare yaşamı yaşıyorsunuz. Düşman içinize geldiği zaman, kedinin fareyle oynadığı gibi sizinle oynuyor. Gerilla fare olur mu? Hayır!

Her şeyden önce dedik ki, gerilla aslan tarzıyla, kaplan tarzıyla dağa girmelidir. Siz bunu da anlamadınız. Bunları size neden söylüyorum? Eğer kendinize saygınız varsa, dürüstseniz, gerçekten bir yaşam istiyorsanız veya kendinizi yaşatmak istiyorsanız, bazı şeyler vardır ki ekmek ve sudan önce istenir. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Bazıları sizi kandırmıştır, siz de kendi kendinizi kandırdınız. Kimsenin suçu değil, sizin suçunuzdur. Karşınızda nasıl bir düşman var, anlayamadınız; ideolojiden kaçtınız. Bir ağa kadar, bir muhtar kadar bile halka dürüst yaklaşmadınız. Dağda bile tarihte gerilla savaşı nasıl verilmiştir, dağın gücü nedir, tüm bunları ihmal ettiniz. Köylere gittiniz. Eğer bu savaşın başlangıcında “Köye gidip bir çay, bir kahve içseydim, yemek yeseydim” demek yerine, “On beş yıl için dağda bir hazırlık yapsam” deseydiniz, şimdiye düşmanı bitirmiştik. Bir sigara için, bir çay için, bir ekmek için gittiniz; halk size yapsın, siz de yiyin istediniz. Bunlar gerilla tarzı değildir.

Siz dağa da ihanet ettiniz. Ucuz bir yaşam için, sonuçta o da elinize geçmedi. Düşman köylüleri de vurdu, 3 bin köyü boşalttı. Bunun sebebi sizsiniz. Dağda kurtarılmış bir alan yapmadınız, şimdi size dağ bile kalmadı. Halbuki stratejik bir dağda doğru bir hazırlık yapılmış olsaydı -ki, Kürdistan’ın hepsi böyledir-, düşman girmeye korkardı. On beş kişilik bir gerilla birliğiyle gerilla tarzında bir hazırlık yapsan, düşman oraya giremez bile. Maalesef sahte yaşamınız, bir sigaraya bağlı yaşamınız disiplinsiz, ruhsuz, ucuz şeylere tenezzül eden, afyonlaştırmış gibi, uyuşturucu gibi kendini alıştırmış. Kendinizi köylere bıraktınız. Düşman da hat oluşturdu tabii.

Köylerin içinde her gün şahadetler yaşanmıyor mu? Dün de yaşandı, diğer gün de yaşandı. Şimdi de bana, “Biz perişan olduk” diyorlar. Hayır! Gözlerin çıksın. Her gün haber geliyor. Onlar da sizin gibi burada söz verdiler. En son olay ortada; Kamil de buradan gitti, iyi biliyorsunuz, Adıyaman’a gitti. On bin kişiyi, 20 yıl idare edebilirdi. O gitmiş kendini fare gibi köye hapsetmiş. Tabii düşman da her tarafta örgütlenmiş, istihbaratı var. Hepsi de sizin gibi buradan gitti. Köy yaşamı gibi! Oradakine insan köy yaşamı gibi de diyemez. Gittiler, ikinci gün hepsi ölüyor. Sonra da, “Vay kötü bir duruma düştük” diyorsunuz. Böyle olmaz!

Gitmeden önce hepsine ders verdik. Amed’deki olayların hepsi aynı. Kendilerini dağda tutabildiler mi? Hayır! Kendilerini düşmanın bildiği bir vadiye bıraktılar; bir ovaya yüz kişi, iki yüz kişi indiler. Düşman da istihbaratını alıyor; tankıyla, uçağıyla vurdu, hepsini kar içinde bitirdiler. Halbuki Dersim’in o dağlarında sıradan bir çoban bile dikkatli bir biçimde, “Bu grup buraya, bu grup şuraya” deseydi, yirmi yıl da kalsa düşman hiçbir şey yapamazdı. Savaşta bu ucuz yaklaşım ölümdür. Hele Mardin’dekiler, başlarını kessen onları köylerden çıkaramıyorsun. Binlerce arkadaş böyle gitti. Botan’da da böyle. Botan’ın stratejik dağlarında kendilerini örgütleyemediler, mevzilenemediler. İyi biliyorsunuz, Güney Kürdistan’da ya halktan zorla bir şeyler alıyor ya da “Barzani’nin yanına gidelim” diyorlar. Gidin, bakın böyledir, başka bir şey değildir. Halbuki oradaki dağlarda insan bir devlet gibi güçlü olabilir.

Peki, dağda kalanlar ne yaptılar? Eşkiya kişilik, ne kendine ne arkadaşına saygısı var. “Keyfi yaşam, her şey benim hakkımdır” diyorsunuz. Hiçbir şey yapmamış, hiçbir şey örgütleyememiş, planlayamamış. Partinin bütün imkanlarını sonuna kadar bitirme peşinde. Size bilançosunu da yaptım. Bu son Haftanin’dekini verdim: Altı tabancadan tut, binlerce mermiye kadar, doçka, havan, küçük ve büyük diğer silahlar, yüz torba un ve fasulye, peynir, yağ, çay vb… Depoları düşmanın eline geçmiş. İnsan bilir ki, düşman dakikasında depo yerini tespit edebilir. Her gün birisi kaçıyor, düşmanı depolara getiriyor. Bunlar da hala “Biz yönetimiz, biz komutanız” diyorlar. Bu sizin rezaletinizdir. Bunları hepiniz yaşadınız? Şimdiye kadar bu imkanı yoktan var ettim. Yalnız bu son yıllarda Kürdistan’ın bir parçasında düşmanın eline geçirdiğiniz malzemeleri düşmanın kendisi bile askerlerine veremez. Bunları görmüyorsunuz. Bu büyük sahtekarlıktır. Merkezden tut sizin gibilere kadar bir hesap bile vermiyorlar. “Arkadaş, sen savaş hamlesinde bu şeyleri kaptırmışsın” diyorum. Peki, kendinize nasıl saygınız olacak? Siz bu değerleri bir hiç uğruna, hiç sebepsiz düşmana teslim ettiniz.

Ben şehitlerden de bahsetmiyorum artık. Bir arkadaşınız vardı; “Burada zil yönetimi var” diyor. Kendi sorumluluğunda 26 arkadaş şehit düşmüş, ondan bir o kadar fazla kaçış var. Bu güç, bu değerler elden nasıl gitmiş, hiç bilmiyor Hatta buraya geliyor, bizi bile kabul etmiyor. Bunlar şunu ispatlıyor: Ne kadar büyük bir gaflet içindesiniz, büyük bir ihanet içindesiniz, kendinizden haberiniz yoktur. İnsanlık kalmamış. Cehalet, hatta cehaletten de daha kötü! Bu sizin kişiliğinizdir. Ben sizi yetiştirmedim. “Ben bilmiyorum” diyor. Sen benden yönetim istiyorsun, komutanlık istiyorsun. Bu kadar şeyi kaybettin, hesap ver diyorum. “Ben bilmiyorum” diyor. Bilmiyorsan nasıl yönetimim diyebiliyorsun, nasıl komutanım diyebiliyorsun? Bölüğündeki bütün arkadaşlar şehit düşmüş. O, “Ben bilmiyorum, kendileri gitmiş” diyor. Sen komutanlarıydın, yerlerinden, onlardan sen sorumluydun. O, “Ben bilmiyorum” diyor. Bütün arkadaşlarını şehit ettirmiş, kendisi tek başına kalmış. Nedir bu? Böyle komutanlık olur mu? İşte bu sizin gerçekliğinizdir.

Bu Kürtlük ölsün!

Gaflet ve ihanet bu kadar olur. Bunlara en ağır cezayı vereceksin diyorum. Fakat cahildir. Hasta bir insan gibi kendini bırakmış. Burada iki kelime söyleyemiyor, ayakları üzerinde duramıyor. Bunu ne yapacaksın? Parti sizin gibilerini çözüyor. Bazılarınızı çözümlüyorum. Size ciddi söylüyorum. Düşmanın oyunları olmasa, bir dakika olsun sizi sağlam bırakmamak gerekir. Kendi değerlerini böyle yitiren, arkadaşlarını böyle şehit ettiren, kendi sorumluluğuyla böyle oynayan dakikada tasfiye olur. Kendinizin farkında bile değilsiniz. En büyük silahınız cehalettir, hafifliğinizdir, edepsizliğinizdir. Böyle olmaz! O zaman neden sizi insan yerine koyalım?

Şimdi de kızlar, erkekler benden yaşam istiyorlar. Sizi ne yapalım? Ülke için, kurtuluş için bir şey yapmayı bırakalım, yaptığınız şeyleri düşman bile yapmamıştır. Burada sorumlusu vardır, siz hesap vereceksiniz. Parti amaçları, parti düzeni ve insan ahlakına ilişkin kendimizi ne hallere koyduk, diyeceksiniz. Biz ölmüşüz, zaten edepsiz, ahlaksızız, diyecek olursanız bu çare değildir. O zaman savaş içinde, parti içinde kalamazsınız. Edepsiz, ahlaksız insan parti içinde kalamaz, çaresiz insan savaş içinde kalamaz. Halk savaşı, özgürlük savaşı kahramanların savaşıdır, yiğit insanların savaşıdır. Yiğitliğiniz olmazsa kalamazsınız.

Yiğitlik nedir? Yiğit hem savaşını kahramanca verir hem de çok ahlaklı ve disiplinlidir. Bir kelimeyi bile yanlış söylemez. Bir adımı bile yanlış atmaz. Bunlar olmazsa bu savaşta kalınamaz. Çoğunuza bakıyorum, ne yapıyorlar? Size küçük bir örnek verdim, bunun gibi binlerce örnek var. Tekrarlamak istemiyorum. Siz de çok iyi biliyorsunuz. Bu kadar çok şeyi kaybettirdin arkadaş. İnsaf, hala, “Ben bilmiyorum” diyor. O zaman sen sahtekarsın. Bu senin işindir. Hiç sebepsiz bu kadar şehit verdin, hala daha, “Ben bilmiyorum, nasıl olduğundan haberim yok” diyorsun. Komutansın arkadaş! Kendi çalışmalarınla oynuyorsun. Bu bir kandırmadır, değer vermemedir.

Halk savaşında her şeyden önce ideoloji gereklidir, moral gereklidir, disiplin lazımdır. Bunları hiç akıllarına bile getirmiyorlar. Herkes keyfine göre “Ben yiğidim” diyor. Yüzde yüz biliyorum ki, düşman tarafından gönderilen bir kontra bile fırsatını bulsa, bizim tabur ve bölük komutanları kadar zarar veremez. Birkaç güzel şey yapar, dört beş güzel eylem geliştirir ama daha sonra yanlışlık yapar. Belki bizi kandırabilir ama bizim arkadaşların bütün çalışmaları ise kendilerini kandırmadır.

En büyük silahları “Ben dürüstüm, ben iyi biliyordum, kendimi birçok şeyi hak etmiş olarak görüyordum, böyle yaşıyorum” demektir. İşte cahillik, işte gaflet! Bir şeyi yok, üzerine gittiğin zaman da kaçıyor. Gafletten sonra da kaçış yaşanıyor. Ne vicdanı ne ahlakı kalmış. Bunların hepsinin temelinde yatan şey, işte söylediğim yaşamdaki çelişkileridir. Siz daha vicdanınızı yaratmamışsınız. Her şeyden önce bu sizde görülüyor. İkincisi, sizde daha mücadele mantığı oluşmamış. Komutanlığı iki kelimeyle bile tahlil edemiyorsunuz. Komutanlık nedir? Hatta gerilla savaşcılığı nedir? Bunu tanımlayamıyorsunuz bile. Ben şimdi size nasıl askerlik dersleri vereceğim? Silahını ucuzca düşmana kaptıran komutan olur mu? Kendi savaşçısını bir hiç uğruna ölüme gönderen komutan olur mu? Düşmana ağır bir darbe vuramayan komutan olur mu, önder olur mu? Ülkede gücünü büyütmeyen, en stratejik dağ parçasında kendini üslendirmeyen komutan olur mu? Hepinize soruyorum: Hanginiz böyle yaptınız?

Komutanlık rahatlıktır, komutanlık keyfiyettir, komutanlık arkadaşını aç bırakıp kendini doyurmaktır, komutanlık kendini savun arkadaşını ölüme gönder, komutanlık kendini zorlama, arkadaşını zorla! Sizin komutanlığınız böyledir. Karakteriniz budur. Bu durum ihanetten daha kötüdür. Biz böyle alışmışız, Kürt askerlikten anlamaz, Kürt eşektir, cahildir. Bu Kürtlük ölsün! Ne biçim bir Kürtlüktür, bu Kürtlükle her şeyi kaybetmedik mi? Bu saflıkla düşman bu kadar size hakim olmadı mı? Bu Kürt’le tarihte olmayan ihanet içimizde yürütülmedi mi? Siz bunu mu savunuyorsunuz? Bu Kürtlük adına karşımıza dikilmişsiniz. Üzerinize geldiğimiz zaman da ikiyüzlülük, gaflet, cahillik!

Ne kadar üzerinize gelsek, o kadar kendinizi saklıyorsunuz. Kendinizi saklamanız da mümkün değil. Biraz size bakıyoruz; özünüz nedir, gücünüz, kuvvetiniz nedir, hemen anlaşılıyor. Sonra da “Ben erkeğim” diyorsunuz. Sizin erkekliğiniz neyin erkekliğidir? İşte adını taktığım olaydır. Kadınlığınız da odur. Kadınlığınız nedir? Onun için kadınlığınızdan da, erkekliğinizden de nefret ediyorum diyorum; çünkü hayvanlık düzeyindedir. Bundan fazlası elinizde bir şey kalmış mı? En büyük ayıp budur.

Kimse sizi böyle insan olarak kabul edebilir mi? Değil ben, düşman bile sizi böyle kabul edemez. Yüzde sekseniniz işlevsiz, çaresizdir. Erkeklerinizi, kızlarınızı görüyorsunuz. Bir nefes bile alacak durumda değiller. Kendi köylerinde yaşayamıyorlar, kendi topraklarında iki adım bile atamıyorlar. Size nasıl yaşam gereklidir? Ne yaşamı? Yaşama hakkınız var mı? Parti imkanlarıyla sizi yürütmeye çalışıyoruz. Bunlardan kaçıyorsunuz. Parti silahına terstir, parti ideolojisine terstir, özgür yaşam istiyor. İnsaf! Bir serseri, bir köylü, bir çoban bile böyle davranamaz. İşte savaş içindeki yozlaşma budur. Siz bu gevşemeyi, gevşeme de değil, ahlaksızlığı, feodalliği kendinize esas almışsınız.

Gücünüzün farkında değilsiniz

“Ben öldüm!” Sizin diğer bir silahınız da, biraz üzerinize gelindi mi, “Ben öldüm, üzerime gelme, benden ne istiyorsunuz” oluyor. Bu da bir hakarettir. Sen nasıl öldün? Sen 20-25 yaşındasın. Fiziğini, beynini kullanırsan yüz tane düşmanı yenersin. Ama beyinsizliğin var, tembelliğin var. Bir sigara için iki arkadaşı öldürüyorsun ama bir intikam için düşman üzerine bir düşünce bile yapmıyorsun. Bu sizin ciddiyetsizliğinizdir, gafletinizdir, serseriliğinizdir. Bircoğunuzda bunlar görülüyor. İddiasızsınız, son silahınız ucuz ölümdür. “Ben gideceğim, kaldıysam kaldım, kalmadıysam da düşman beni öldürsün!” Bu da olmaz. Yerinde olmayan bir ölüm varsa, o düşman hizmetindedir.

Ben sizin gibi, “Yeter, ben bu kadar çalıştım, Kürt halkının tarihini tersine çevirdim, yeter yoruldum, bundan sonra keyfime ve rahatlığıma bakacağım, bir uyku uyuyayım” deseydim ne olurdu? Bu akşamki uykum nasıldı? O tarafa bu tarafa dönüyorum, sabaha doğru ancak uyuyabiliyorum. Fakat size bakıyorum, daracık bir yerde yaptığınız uykuyu ben bir ayda yapamıyorum. Savaş yaşamı bu şeyleri kabul etmiyor. Nedir bu yaşamın adı? Düşman ne zaman geldi beni vurdu! Sizin keyfiniz nedir? İşte sizin sandığınız keyfiyet nedir? Kendine göre anlama! Hepsi bunu yaşıyor.

Gerilla bilançosunu inceleyin, başınıza nasıl bir ölüm gelmiş? Kabul edilmeyen bir ölüm! Bunları bilin, hesabınızı verin diyorum. En büyük silahınız nedir? Onda olan nedir? Cahillik, düşmek, gevşeklik, düşük bir seviye içinde kendini bırakma, tepki, inat! Sizin silahınız budur. Birbirimizi ne yapacağız? İnsan size bir şey de yapamıyor. Şimdiye kadar kendinizi böyle yaşattınız. Bunun için de diyorum, siz öleceksiniz. Benden bir şey istemeyin. Düşman karşısında da kendinizi yaşıyor sanmayın.

Peki, bunun gerçek alternatifi nedir? Gerçek alternatifini size söyledim. Savaşmak isteyen, on sekiz yıldır ben burada parti çalışmasını nasıl sürdürdüğümü anlamaya çalışsın. Teslim olmamak için savaşıyoruz. Ben neden dağ için bu kadar çalışma yaptım? Birçok devletin burada rolü vardı, hepsini kendime dost yaptım. Bana gerekli olan dostlar, Ortadoğu’da onlarla nasıl büyük bir disiplin içinde dost buldum? Böyle olmasaydım, burada bir gün bile yaşayamazdım. Bunlar hepsi gözlerinizin önündedir. Ben yine de savaşmıyorum, kendimi savaştan uzak görüyorum.

Bu konuların üzerinde hiç durmuyorsunuz. Yine kendi keyfinize göre, kendi düşüncenize göre kendinizi günlerce, aylarca idare ediyorsunuz. Burası ateştir, burası bu kadar sıcak ise, savaştaki ateşi nasıl olur? Hazırlıklar bu kadar zorluklarla yürütülüyor, acaba savaş hangi zorluklarla yürütülür? Bu şeyleri anlamanız gerekir. On sekiz yıl, daha yeterli de değildir. Halen de nasıl yaptığımı görüyorsunuz. Diğer arkadaşlarımız, ülkedekiler, merkezdekiler, sizin gibi kendini yedi yıl, on yıl komutan sayanlara, savaş için ideolojik hazırlıklarınız nedir diyorum, yok, diyor. Dağ için hazırlık nasıldır diyorum, yok, diyor. Yeme içme için nasıldır diye soruyorum, yok, diyor. Birkaç kuruş para için? Yok! Hazır gelsin. Başkan varsa, her şey hazır gelir diyorsunuz. İnsafınız olsun, biraz insaf! Dünyada kim bu kadar çalışıyor?

Bazı arkadaşları gördüğümde kaç yaşındaki çocuklar diyorum. İstedin mi, Önderlik sana verir. Bir çocuk annesinden en fazla üç yaşına kadar süt emebilir, ondan sonra anne sütü istiyor mu? Hayır. Hatta en fazla beş yaşına kadardır. Arkadaşlarımız yirmi yıldır benden süt istiyorlar. İlginç bir durum, haydi doyur. Bu bir hastalıktır. Buna politik çocukluk hastalığı, hatta askeri çocukluk hastalığı deniliyor. Böyle bir çocuk nasıl askeri savaş verecek? Bunların hepsi cahildir. Siz kendinize bir çare bulamazsanız, zaten kendiniz bana geliyorsunuz, ben ne yapayım? 20-30 yaşlarındasınız, gücünüzün farkında bile değilsiniz.

Halk imkanlarını küçük görmeyin

Alternatif nedir? Bu yetersizlikler karşısında kendinizi değiştireceksiniz. Yeter! Şimdiye kadarki uyumanız, rahatınız, gafletiniz, serseriliğiniz yeter. Doğru şeylerin hepsi gözünüzün önündedir. Nedir alternatif? Her şeyden önce sağlam bir partileşmedir; parti esaslarını her şeyden önce kendinde yaşatacaksın. Partisiz Kürdistan’da düşman karşısında bir adım bile atamazsın. Ancak partiyle adım atabilirsin. Ben nasıl iki kelime ile parti adına şimdiye kadar geldiysem, PKK önderliğini yapıyorsam, sen benden daha fazla yapacaksın. Birinci şart budur. Hiç koşulsuz, parti esasları olmadan, değil silahı omuza alıp komutanlık yapmak, ne halk içine ne de Kürdistan’a adım bile atılmaz. Olmaz! Mahvolursunuz. Parti tarzına, parti ideolojisine, parti örgütlenmesine, parti yaşamına hakim olup yürütebileceksen, savaşa el at! Partinin birinci şartı, parti esaslarını yakalamaktır.

Gerilla savaşında ikinci şart şudur: Halk ilişkisi isteniyor, halk dostluğu isteniyor. Halksız halk savaşı olmaz. Halksız gerilla savaşı olmaz. Görüyorsunuz, halkı nasıl kendinizden uzaklaştırdınız. Düşman ise kendisi halk içine iniyor, zorla ya da gönüllüce kendisine dost yapıyor. Siz kendi ellerinizle halkı kendinizden kaçırdınız. Bu büyük bir ihanettir, büyük bir yanlışlıktır. İki insanı, iki çobanı ya da iki köylüyü hangi şekilde kendinize bağlayacaktınız? O size bir gün yemek getirir, bir gün istihbarat getirir, bir gün rehberlik yapar, bir gün size engel olur, bir yaşamdan bir yaşama götürür. Yani anlayacağınız birçok çalışması var. Bunların hepsi size büyük imkan olur. Size binlerce imkan yaratır. Halk imkanlarını küçük görmeyin. Siz iyi biliyorsunuz ki, halk olmasaydı, ne bir kuruş paramız olurdu ne de bir savaşçı bile çıkarabilirdik.

Kendinize soracaksınız: Neden bu halk bu kadar benimledir? Halkı güçlü temellendirdik, milyonlarca dost, ölümüne bize bağlıdır. Neden? Çünkü çok değer verdiğimdendir. Onlar nasıl değer verdiğimi biliyorlar. Onun için benimledirler. Ben bir gün partiyi bırakın desem, parti benim desem birisi PKK’nin yanında kalmaz, hepsi benim yanıma gelir. İşte halkı bu kadar kendimize bağlamışız. Bu neyi ispatlıyor? Benim halkla ilişkilerimde esas güç budur. Neden halk bize bu kadar bağlıdır? Anneniz, bacınız bu kadar size bağlı değiller de neden Önderliğe bağlıdır? Siz değer vermediniz de onun için. Bu sizin eksikliğinizdir, bunu gidereceksiniz. Söylediğim şeylerin doğru olduğunu siz de biliyorsunuz. Sen ne kadar, “Ben PKK’liyim, gerillayım” desen de, bu halinle halk seni tutmaz. Önderlik saygısı ile sizi kabul ediyorlar. Bunu da unutmayın, bundan sonra kendinizi düzeltin. Halka bağlılığı, halk dostluğunu her yerde, dağda, şehirde, nerede olursa olsun kendinize esas alacaksınız kendinize.

Diğer şart, yani üçüncü şart ise dağa giriştir. Gerilla savaşı, özellikle Kürdistan’da dağsız savaş olmaz. Dağın esasları nelerdir? Stratejik noktalar nerededir? Düşmanın kolaylıkla giremediği, girdiği zaman mahvolacağı noktalar nerelerdir? İşte oraları tutacaksın. Zordur, zahmetlidir demeyeceksin. Hayır, tam aksine bir şahin gibi, bir kartal gibi gireceksin. Ya düşmanın üzerine gidip vuracaksın ya da düşman gelince vuracaksın. Dağın şartları sayılmayacak kadar çoktur.

Bunlar sadece gerilla savaşının değil, Kürt halkının yaşam savaşının şartlarıdır. İyi biliyorsunuz ki, binlerce yıl imparatorluklar Kürdistan’da ne kadar geçip gittiler, işgal ve istila ettilerse de Kürt halkı dağlarda yaşadı. Araplar nasıl çölde, Ruslar nasıl Sibirya buzlarında kendilerin savundularsa, Kürt insanının yaşam şartlarından biri de kendini dağda yaşatma şartıdır. 2 bin, 3 bin yıldır eğer Kürtler kalmışlarsa, sebebi dağlardır. Şimdi gerilla da kendini yaşatmak istiyorsa, kendini savaşla yaşatmak istiyorsa eğer, dağ şartını yaşam şartı belleyip değer verecektir.

Burada daha önce çok sözünü ettik. Dağ şartlarını unuttunuz, onunla oynadınız, kendinizi ovalığa bıraktınız, kendinizi köye hapsettiniz. Bunlar ölümün savaşı demektir, gerilla ölümü demektir. Beş bin gerillayı bu yanlışlıklardan dolayı kayıp verdik. Bunun için ne kadar zor da olsa, gözünüz bir şahin gözü gibi, bir kartal gözü gibi olmalıdır. Nerede stratejik bir dağ var? Düşmanın ulaşamayacağı bir dağ nerdedir? Kendimizi iyi koruyabileceğimiz bir dağ nerdedir? İşte bunu tespit edeceksiniz. Aslında bunları söylememe bile gerek yoktur. Bunlar yaşamın şartlarıdır. İnsandan öyle fazla ilim-bilim istemiyor. Dediğim gibi cahilliğiniz, gafletiniz maalesef bu noktada binlerce imkanı düşmanın eline kaptırdı. Şimdi düşman “Bizim taburlarımız şu dağda kartal gibidir, askerlerimizin hepsi kartal gibidirler” diyor. Türk faşistleri böyle söylüyorlar. Bu doğrudur da. Size ise yaşam kalmadı. Sizin yaşamdaki yanlışlığınız ortadadır. Kürdistan’daki savaşçı, gerilla savaşımında kendini stratejik bir dağa mevzilendirememişse, kendini yerinde yavaş yavaş hareket ettiremiyorsa yine yaşayamaz.

Dördüncü şarta geliyoruz: Bu şart taktiktir. Taktik nedir? Ücüncü şartı hayata geçirdikten sonra dördüncü şart da tamamen halk savaşının sanatı nasıldır, gerilla savaşının sanatı nasıldır? İşte bu hareket tarzına geleceğiz. Yani Partileşme tamam, halkla dostane ilişkiler tamam, dağa giriş, stratejik dağda rolünü oynama tamam, daha sonra ne yapacaksın? Uyuyacak mısın? Hayır! Eskisi gibi eşkıya mı olacaksın? Hayır! Dağda savaş vereceksin, gerilla savaşını vereceksin. Gerilla birliklerini örgütleyeceksin, döneme göre lojistik hazırlıklarını yapacaksın, moralini yüksek tutacaksın. Diğer taraftan plan, perspektif nasılsa, ona göre hazırlanacaksın. Örneğin düşmana pusu atıyoruz; düşman geliyorsa pusu atarım, yoksa düşmana ben bir saldırı yapayım, diyeceksin. Bunun için istihbarat, bunun için dağı tanıma, bunun için düşmanı yanıltma, bunun için gece, bunun için gündüz, bunun için düşmanla oynama vb. Bunun gibi binlerce gerilla savaş taktikleri var.

Maalesef sizin taktik konusunda yaptığınız yetersizlikleri çobanlar bile yapmaz, hatta dağda bir keçi bile yapmaz. Dağ keçilerini gördünüz mü hiç? Örneğin Cudi dağında bazı dağ keçileri, geyikleri vardır. Onlar sizden binlerce kez daha iyi kendilerini koruyorlar. Siz bir Cudi dağındaki keçi kadar bile kendinizi koruyamıyorsunuz. Binlerce kez söyledim. Bir dağ keçisi, bir tilki, bir kartal kendisini nasıl koruyorsa, kitap okumanıza da gerek kalmadan, bizim talimatlarımızı almadan da, onlara bakarak, birer hayvan olarak nasıl yaşıyorlarsa, siz de onlar gibi yapın. Bunları da anlayamadınız.

Verdiğimiz o kadar şehide bakıyorum: Bir kartal bile avı için iniş yapmak istediğinde önce bakar, ayarlar. Bir tilki nasıl bir tavuğu yakalıyor, bir yılan nasıl avlanıyor? Oysa sizin her şeyiniz çok açıktır. Düşman üzerinize geliyor, dediğimiz gibi kendinizi bu durumlara sokuyorsunuz. Kendinizi uzaklaştıracaksınız. Böyle olmaz! Kuzu gibi, tavuk gibi kalıyorsunuz. Ben şahin olun diyorum; siz tavuk diyorsunuz; ben aslan diyorum, siz kuzu diyorsunuz. “Biz kuzu olacağız, kuzu daha iyidir” diyorsunuz. Bu da ölümdür. “Ben kendimi fazla yormak istemiyorum, aslan yaşamı zorlu bir yaşamdır” diyorsunuz. Olmaz!

Onun için taktiksel yaşam diyorum. Nedir taktiksel yaşam?

Bahsettiğim gibi bir yaşamı kitaplardan anlamıyorsanız, çevrenizdeki hayvanlardan anlayın. Duruma göre kendilerini nasıl yaşatıyorlar, anlayın. Bundan başka yaşam olmaz. Kürt tarihini anlayın. Bir Kürt çobanı, hatta bir Kürt köylüsü dağda kendisini nasıl yaşatıyorsa ona bakın. Sizin ahmaklığınız dediğim zaman kastettiğim şudur: Düşman sizi şehre, ovaya çekip sizinle oynamış. Ovalık insan benim görüşüme göre eşek adamdır. Dağ adamı olmazsan, ovada düşmanın adamı olursun. Zaten ovalık yerde düşmanın adamı olmaktan başka bir şey olunur mu? Düşman Kürdistan’ın her tarafında erkeklik de bırakmamış. Çaresiz, güçsüz işlevsiz bırakmış. Her yönüyle dağ yaşamı, dediğim gibi bu noktaların hepsine değerdir.

Yaptığın çalışmada bağımsızsın. Savaşkansın, düşmana karşı da hakimsin. Bu noktalarda varsanız birlikte olabilirsiniz, yaşayabilirsiniz ve savaşabilirsiniz de. Sizlere bakıyorum, şimdiye kadar arkadaşlarımız düşman karşısında bir plan geliştirmemişler, dağılıyorlar. Halbuki bu dağların değerini bilseydiniz, bir taburla, bu tecrübeyle, taktikle beş bin düşmanı öldürebilirdiniz. Halkların tarihinde vardır. Sovyet savaşına, gerilla savaşına, Çin savaşına, Vietnam savaşına, Küba savaşına bakın; üç yüz kişiyle on bin düşmanı tasfiye ettik, diyorlar. Ben tek başıma burada otuz bin gerillayı yoktan var ederek hazırladım. Yüksek moralle, silahı tamam, maddi imkanlar tamam, halk tamam, gidip kendilerini orada bitirdiler. Sadece otuz bin gerilla ile insan devlet olabilirdi. Siz kendi ellerinizle kendinizi bu duruma koydunuz. Şimdi de yine bazı şeyler istiyorsunuz. Bu sizin en ağır suçunuzdur.

Tarihte hiç bir çalışma böyle olmamıştır. Lenin on beş kişi yetiştirmedi. Mao elli kişi yapamadı. Ho Chi Minh otuz kişi yapmadı. Afrika, Amerika için hazırlıklar 20-30 kişi civarındadır. Biz otuz bin kişi yaptık. Onların elinde o zaman silah da yoktu. Sizin elinize yeni silahlar verdik. Siz ne yaptınız? Siz ne kadar silah düşmana teslim ettiniz? Bırakalım bunu, dediğim gibi gerilla savaşının tarzını, gerilla kişiliğini, askeri kişiliği ne kadar yakaladınız? Siz bir talimatı bile birbirinden ayıramıyorsunuz. Komutanlığın birkaç şartını bile yerine getiremiyorsunuz. Bunlar sizin gerçeklerinizdir.

Bir katliam savaşındayız

Neden ondan kaçıyorsunuz? Siz eğitimden kaçıyorsunuz. Neden bu cehalet? O zaman neden savaşın içine giriyorsun? İspatlı! On beş yıldır neden sizden büyük bir komutan çıkmadı? Ben savaşta üç yüz düşman askerini tasfiye ettim, diyebiliyor musunuz? Bırakalım üç yüz düşman askerini, eline ne kadar güç geçmişse yarı yarıya tasfiye etmiştir. Bunlar sizin eksikliklerinizdir.

Hala hatırımdadır, ilk işe başladığım zaman düşman, “Bir Apocu binlerce askerimize bedeldir veya binlerce askerimiz dağa girmekten korkuyor” diyordu. Fakat şimdi bakıyorum, sizin zayıflıklarınızdan düşman o kadar cesaret almış ki, sınırsız bir şekilde dağlara giriyor. İşte bunların sorumluları sizlersiniz. Daha önceden korkuyordu, yolda yürümekten bile korkuyordu. Düşmana darbe vurmadığın zaman, rahat bıraktığın zaman düşman cesaret alır. Nitekim aldı. Şimdi siz kaçıyorsunuz. Bu sizin ahmaklığınızdır. Gerilla esaslarıyla, gerilla taktikleriyle çok oynadınız, düşmanı şu anda gerilla gibi yaptınız. Kendinizi de deliğe saklanan insanlar gibi yaptınız. Kendinizi bile savunamıyorsunuz. Düşman her gün vurup öldürüyor ve atıyor. Bu kader midir? Hayır. Bu ahmaklıktır.

Bunun için gerilla yaşamı yüce bir yaşamdır, örgütsel bir yaşamdır. Savunmalı, duyarlı, düşmana karşı kurnazlığıyla düşmanı her gün kandıran bir yaşamdır. Ben kendim böyle yapmadım mı? Ankara’ya çıkışımı, dışarıya çıkışımı ve dağa çıkışımı düşünün. Şimdiye kadar düşman bile bir şey anlamış değil. Hepiniz biliyorsunuz. Böyle olmasa insan savaşabilir mi?

“Önderlik bize güç veriyor, dağlarda keyfimize göre yaşayalım” diyorsunuz. Köylüden daha zayıf bir şekilde yaşamak istiyorsunuz. Siz bu yetersizlikleri gidereceksiniz. Eğer gidermezseniz olmaz. Şimdiye kadar bu temelde birçok yanlışlıklarla yaşadınız. “Bunca yıldır savaştık, yaşama hakkımız vardır, biz Kürtlerin kafasını kaldırdık, onun için şerefli insanlarız” diyorsunuz. Bunların hepsi yalandır. Ben kendimi böyle görmüyorum, siz nasıl kendinizi böyle göreceksiniz? Benim hakkım bir bulgurdur diyorum. Şerefin de olduğunu söylemiyorum. Ne şerefi? Başkasının karşısına çıkıp güçlü konuşamıyorum bile. Neden? Çünkü gücüm azdır, ne konuşacağım? Bir katliam savaşındayız. Şimdi size bakıyorum, sanki başarmış bir kahraman gibi, düşmanı bitirmiş gibi, hiç bir tehlikesi kalmamış gibi duruyorsunuz. Bu gaflettir, böyle bir durum yoktur. Bunun için çare nedir? Çare size söylediğimiz bu şartlar temelinde bir kez daha partileşme ve halk savaşı üzerinde durmanızdır.

Savaş tarihi üzerinde de durun. Dünyada nasıl olmuş, bizim tarihimizde nasıl olmuş, Kürtlerin tarihinde nasıl olmuş? İsyanların başına nelerin getirildiğini biliyorsunuz. Nedenlerinin hepsini almışız. Bu tarzla savaş olmaz. İsyancı bir tarzda Kürtler binlerce yıl savaşmışlar ve hep düşmüşler, sonunda bitirilmişler. PKK savaş tarihine bakın. Bu tarihte bizim kaybettiğimiz şeylerin nedenleri nelerdir? Yine hangi noktalarda başarı kazandık, hangi noktalarda elimize fırsatlar geçti? Nedeni bunlardır: Partileşmedir, ideolojidir, en büyük gücümüz, en büyük silahımız ideolojidir. Bizi aydınlığa kavuşturacak olan ideolojidir.

İkincisi, parti örgütlülüğü, üçüncü halk savaşı taktikleridir. Bunu da zamanında örgütledik. Dördüncüsü aramızdaki yoldaşlıktır. Bu silahlar bizi bugüne kadar getirdi. Sizin silahlarınız tam tersinedir; isyancılığınız, savaşçılığınız gerilla savaşı değildir. Çoğunuzun savaşı çete savaşı gibidir. Düşmanı güçlendirmiştir, bizi değil. Bu söylediğimiz şartlar, bizi ayakta tutan şeylerdir. Sizin savaşınız, isyanınız Kürtlerin binlerce yıldır düştükleri gibidir. Eğer tedbir almamış olsaydım ilk yılda biterdiniz. Nihayetinde oldu da. 15 Ağustos’tan önce de Hilvan-Siverek savaşında bir yıl devam etti. Fakat bir noktadan sonra sonuna kadar dağıldı.

Ben de bir halk savaşçısıyım

Kemal Pir Siverek mücadelesinin sonuçlarını görmeye gittiği zaman bana son bir mektup göndermişti: “Apo, bunlar kimlerdir? Bu savaşla oynayanların boğazını tutup hesap istemek gerekir?” diyordu. Yüzde yüz iflas etmişlerdi. Nasıl iflas edilmiş? Hatırımda; zorla bir kaç mermi hazırlamıştım, bir mevziye girmişler, üç çuval mermiyi keyiflerine göre sabaha kadar boşa harcamışlar. Bitinceye kadar patlatalım demişler. Yirmi bin mermi boşuna harcanmış, ama bir tane düşman bile öldürülmemiş.

Ülkede siz de böyle yapmadınız mı? Belki 50 bin roket, 100 bin dinamit, milyondan fazla mermi, bomba hepsi elinizde değil miydi? Yüzde doksan boşuna patlatmadınız mı? Düşmana teslim etmediniz mi? Diğer silahlar da var tabii. Gerilla usulünde böyle bir şey var mı? Burada kendinizi sorumlu görebilir misiniz? Hilvan-Siverek mücadelesinden bugüne kadar da böyledir ve devam ediyor. Bunlar doğru değildir. Bazıları şehit düştüler, sorumluluklarını kaldıramayanlar çoğunluktadır. Hepsi de kahramanlardı. Burada olmayan şey neydi? Savaşın koordinesi yoktu. Savaş düzeni, disiplini yoktu. Sizin gibi birçok zavallı genç gitti. Siz kendiniz de biliyorsunuz, burada savaş koordinesi önemlidir, komutanlık çok önemlidir. Olmazsa gidersin.

Düşman çok hazırlıklıdır, siz bilmiyorsunuz, bizim düşmanımız dünyada birincidir. Çok planlı, tedbirli üzerimize geliyor, her şeyi hesaplayarak geliyor. Senin kafan kafa değil, senin kafan dağılmış. Senin hazır planın yoktur. “Başkanımız her şeyi yapar” diyorsunuz. İnsaf be! Ben Allah mıyım! Bu kadar yapabilir miyim? Allah bile olsa size bu kadar yapamaz, ben nasıl yapayım? Köylüler ne diyor: “Allah bizi korusun, Allah yardımcımız olsun” diyor. Bu yüzde yüz sahte bir ideolojidir. 15 Ağustos olduğunda Agit arkadaş, “Eğer bunlar halkla ilişkilerini düzeltmezlerse, kadro olarak eğitimlerini iyi yapmazlarsa 85 sonu iflastır” diyordu. Nitekim de öyle oldu. Şimdiye kadar da devam ediyor. Zorbela ben yürütüyorum. Burada isyancılığınızı durduruyorsunuz. Halen de burada daralıyorsunuz. Heval, sen savaşın içine ettin, savaşı mahvettin. Vicdanın varsa bu açtığım şeylerin üzerinde biraz dur.

Buraya neden bu kadar gelmek istiyorsunuz? Patlamışsınız, serseriler gibi olup gelmişsiniz. Burada da tepkisel, iflas etmiş yaşamınızı sürdürmek istiyorsunuz. Daralıyorlar. Olur mu? Ben mecbur muyum hepinizle uğraşmaya Kendinize çare bulacaksın. Siz de bir halk savaşçısısınız, ben de bir halk savaşçısıyım. Siz de halkınızdan sorumlusunuz, ben de halkımdan sorumluyum. Sizin de bir şey yapmanız gerekir, benim de bir şey yapmam gerekir. Bizim birbirimizden farkımız var mı? Hayır! Ben de kendi emeğimle kendimi yapıyorum. Siz de kendinizi yapın. Benim rolüm de bir hizmettir, sizinki de bir hizmettir. Benim Allah’ım mı bana gönderiyor? Hayır, peygamber değilim ki, vahiyle çalışmıyorum. Bilim ve bilinçle çalışma yürütüyorum. Bana para gönderen zengin kimseler de yoktur. Halkı ikna edip birkaç kuruş para alıyorum. Gece gündüz çalışıyorum. Siz her şeyi istiyorsunuz. Gerçek budur heval. Arkamda kimse yok ki, bana imkanlar versin de ben de size vereyim. Bu gerçektir. Ben ne yapayım, Kürt gerçekliğidir.

Bu şeyleri sadece kabul etmek de yetmez, bunlar her şeyin esaslarıdır. Bizim gerçekliğimizdir, PKK gerçekliğidir. Kendinizi savaşçı da sanıyorsunuz. Size halk ordusu da diyemiyorum. Bunlar bütün dünya ordularının esaslarıdır. Burada kendinizi bilinçlendireceksiniz. Kendinize itiraf edeceksiniz. Neden? Çünkü binlerce kusurunuz var. Kendiniz itiraf etmeseniz düzeltemezsiniz, yapamazsınız. Parti sizi öldürmüyor ama düşman sizi öldürüyor. Bu daha kötüsü değil mi? Sizin ölümünüz normal bir ölüm müdür? Hayır!

Ben savaş tarihini fazla anlatmak istemiyorum. Derste üzerinde derin duracaksınız. Sadece 77’deki Hilvan mücadelesiyle birlikte değil, bizim savaş tarihimiz yirmi yıldır, on dört yıl değildir sadece. Yalnız iki yıl Hilvan’da büyük bir savaş verdik. Bundan başka savaşlarımız çoktur. Bu diğerlerini bırakalım, sadece son on dört yıllık savaş var. Yaptığınız yanlışların da eyalet eyalet, mıntıka mıntıka üzerinde durun. Siz de bu savaşın içindeydiniz, örnek vererek üzerinde durun. Elinizdeki ne kadar imkan gitti? Kendi kendinize verdiğiniz zarar nedir, nasıldı? Diğer bir şey de tekrardan kendinizi hazırlamak istiyorsanız dürüst olun. Tekrar “Komutan beni kandırdı, beni baskı altına aldı ve ahbap çavuşluk yaptı, bunları görünce savaşçılık ilkelerimi unuttum” demeyin. Böyle yapmayın. Kendi kendinizle oynuyorsunuz. Ben bile olsam savaş gerçekliğinden kendinizi uzaklaştıramazsınız. Bir komutan doğrular için komutandır.

Bu yaşamı hangi cesaretle yaşamak istiyorsunuz?

Bizim devredeki en büyük çalışmamız bunlar üzerinde durmaktır. Bunları fazla uzatmak istemiyorum. Her şeyini vermeye güç getirmeyenleri kendi başınıza komutan yapmayacaksınız. Kendinde bir şey görmeyen komutan, komutanlık istemeyecek. Nedir bunlar? Parti ideolojisini, parti moralini, disiplinini sonuna kadar verecek, silahlarını koruyacak. Bunlar yeterli de değildir. Savaşta kendini değil, düşmanı düşürmelidir. İyi ise komutanlığa devam edebilir, değilse düşer. Bundan sonra iyi komutanlık ölçüleri bunlardır. Muhasebesini yapmanız gerekiyor. Komutanlıktan önce hepimiz askeriz. Askerlik esasları, savaşçılık esasları nedir? Yanlış komutanı kabul etmez, yanlış yaşamı kabul etmez. Koyduğum esaslar çerçevesinde dakika dakika, nefes nefese yaşamsallaştırın. Eğer böyleysen kendini savaşçı sanabilirsin. Öyle değilsen savaşın içine gitme, savaş sahasına gitme. İnsan böyle turist bile olamaz. Bazı turistler dağa geliyorlar, yüz kez sizden daha dinamiktirler. Böyle davul zurnaya bile gitmez. Davul zurnaya gidenler kendilerine bakıyorlar, fiziklerini hazırlıyorlar, morallerini yükseltiyorlar. İnsan onlarla davul zurnaya gidemiyor. Bu yine sizin gafletinizdir.

Eğer bu çerçeve dahilinde kendinizi hazırlayabiliyorsanız gidin. Sizi mecbur ediyor muyuz? Hayır! Bunu çok isteyen sizsiniz. Çok istiyorsanız bu sanattır, bunu anlayacaksınız. İnsan her şeyiyle oynasa bile, savaşla oynayamaz. Gidip böyle kaybedersen, bakın size söylüyorum, cezanız ağırdır. Bundan sonra size acımayacağız. Neden? Çünkü size eğitim verdim, değerini bilmediniz. Değer vermezseniz bir köpek kadar saygı görmezsiniz. Anlamıyorlar, ben ne yapayım. Köpektir, eşektir. Neden size değer vereceğiz? Siz de biliyorsunuz, bu savaşı ne tür zorluklarla yürütüyoruz. Buna değer biçeceksiniz. “Ben kendi keyfimle yürümek istiyorum, ben zaten böyleyim, zavallı bir kızım” diyemezsiniz. Zavallıysan dağda ne arıyorsun? Eğer yiğitsen, neden yiğitçe, kahramanca bir çalışmayı yapmıyorsun? Bu serserice yaşamı hangi cesaretle yaşamak istiyorsun? Bu şeyler bir daha aklınıza gelmesin.

Ağırlık olmuş, bilmem iflas etmiş bir savaşçı yaşayamıyor. Biliyorsunuz, yüzlercesi kaçtı. İçinizde böyleleri de var. İstemiyorsan neden gidiyorsun? Böyle yapacağınıza babanızın evine gidin. Gidip bir inşaatta çalışın, gidin kendinizi doyurun, gidip kendinize bir koca bulun, kendinizi idare edin. Benim yanıma geliyorsunuz, iflas etmiş yaşamı benden istiyorsunuz. Çalışma yapmaktan, savaşı sürdürmekten, imkan yaratmaktan başka bir şey yapmıyorum ki. Bunlar gözlerinizin önündedir. Nettir, anlamamazlık edemezsiniz.

Dağ esasları bunlardır. Savaşçı esasları bunlardır. Bazıları size yanlış öğretmiş. Bu düşmandan kalmadır, benim elimde olan bir şey değil. Merkez adına, komutanlık adına birkaç kişi ortaya çıkmış, bunlar sahtekardırlar. Bunların üzerinde güçlü durun. Bunları ben size söylüyorum. Size verdiğim dersler çok açıktır. Bir kişi, “Falan kişi beni kandırmış” derse, sen yalan söylüyorsun diyeceğim. Birinci şahıs bunu söylerse, bu hepsinde vardır. Birinciden başka kimse yoktur. Ne bastırabilir, ne uzlaştırabilir, ne zoru uygulayabilir. Bu doğrular temelindeyse tamam, değilse kabul edilemez.

Bu konular çok açıktır ve size söyleniyor. Verdiğimiz bu perspektif ve talimatlar bile sonuna kadar savaşmanız için yeterlidir. Bir kulağınızdan girip diğerinden çıkarsa, o zaman siz iflah olmazsınız. Verdiğim dersleri bin kez tekrarlıyorum. Bir derste sonuç çıkaramıyorlar, yarı alıyorlar. Değil ki yarı alıyorlar, aslında değer vermiyorlar. Sonra çarnaçar yanıma geliyorlar. “Ah ayıbım, kusurum, suçum” diyorlar. On beş yıl önce ben bu dersi tamamlamıştım. 15 Ağustos icin yola çıktığımız zaman hepsini hazırladık, kitaplar hazırladık, talimat ve işleyişin hepsini hazırladık. Okuyun, bunların hepsi elinizde var. Ne bir talimatı, ne bir işleyiş gereğini yerine getirmemiş, şimdi de bize neden tam bir başarı alamamış diyor. Düşmandan daha fazla sen oyna, ondan sonra benden başarı iste.

Tekrar belirteyim: Tarihte hiç kimse bizimki gibi bir halk için mücadele etmedi. Adı bile kabul edilemeyen öyle bir halk ki, Ortadoğu’da herkes onu parçalıyor, buna rağmen biz bu kadar şey yarattık. Tek başıma bu şeyleri yarattım. Değerini de bilmiyorsunuz. Tarihi bilmediğiniz için tanımıyorsunuz. Kürt halkının durumunu bilmediğiniz için bilmiyorsunuz. Yaşamı tanımadığınız için bilmiyorsunuz. Gafletleriyle, cahillikleriyle, namussuzluklarıyla, feodalliğiyle kendilerini insanın üzerine atıyorlar. Cahilliğin kör cesaretinin, gafillerin ve düşkünlerin yaşamının yaptığını düşman yapamaz. Verdiğim bir ders bile bunu görmek için yeterlidir. Parti dersi budur. Savaş tarihi üzerinde, halk ordusu tarihi üzerinde durun. Her şey gözümüzün önündedir. Gerçeklik de gözlerimizin önündedir.

En büyük güç yaşamımızdır

Diğer bir konu ise, esas görmemiz gereken düşman mıdır? Hayır. Diğer önderliklerin tarihine bakın, yaşamına bakın, sonucu tayin eden tek insandır. Düşman sadece Türk devleti, Türk faşizmi değildir. Dünya düşman olsa da, imkan da olmasa, borçlu da olsa, sıfırdan da başlasa, halk kendini inkar da etse, kabul etmese de, bir mermi ve bir kuruş para da olmasa, insan dürüstçe iki kelimeyle yerinde bir başlangıç yapıp inanç ve güvenle bu çalışmalara başlarsa tam sonuç, tam başarı sağlanır. Önderlik için biliyorsunuz, bu en büyük başarıdır. Dost düşman bunları kabul ediyor. “Düşman bu kadar güçlüdür, her şeyi belirler” demeyin. Hayır! Bir insan ne kadar dar bir durumda olursa olsun, dürüstçe kendini örgütler, çalışmasını yürütürse, o insan başarır. Bunlar gözlerinizin önündedir.

Çok kitap okumanıza da gerek yoktur. Önderliğin bu son bir kaç yılki yaşamını anlarsanız, -sadece bu- benden daha çok başarı imkanları yakalayabilirsiniz. Neden? Çünkü ben yokluktan var ettim. Bunları kitaplara değiştirmem. Yani imkanlarınız benimkinden daha fazladır. Başlarken ne bir kuruş para ne bir mermi ne de bir dağ parçası vardı. Fakat şimdi bunların hepsi var. Hazırlık istiyorsanız hepsi hazırdır. Ben şimdiye kadar yapıyorum. Bu kadar yeterlidir diyor muyum? Hayır! Halen daha yapmaya devam ediyorum. Düşman bile hakim olamadı. Hakim olan Önderlik gerçekleridir. Hakim olan ve başaran Önderlik çalışmasıdır. Ben olmazsam da başarıya gidiyor. Bundan daha fazla güç istenebilir mi? Diğer güçlerin hepsi insanı kandırıyorlar.

En büyük güç yaşamımızdır. Düşman yaşamı çaresiz bırakır, düşürür. Bunların hepsi gözlerimizin önündedir. Zahmetlidir, tabii ki zahmet olacaktır. Disiplinli, amaca bağlı, savunma, tabii bunların hepsi olacaktır. Olmazsa düşman bırakır mı? Senin düşmanın uluslararası bir düşmandır. Azrail gibi bir düşmandır. Canını almaya gelmiş. Sen bu zorluğu kabul edeceksin. Kabul etmezsen bir it gibi ölürsün. Bu zorluklar nelerdir? Önderlik gerçeğidir. Önderlik gerçeğinin sonuçları nelerdir? İnsan ne kadar tek başına da olsa, zayıf da olsa fakat dürüstçe başlangıç yaptı mı, çalışmalarını derinlikli ele alıp yürütürse başarır. Bunun ispatı benim kişiliğimdir, binlerce kez ispatlıdır. Bundan başka size çare var mıdır? Hayır.

Düşmanın niyeti kötüdür. Her yönüyle bu kirli savaşı tamamlamak istiyor. Düşman ordusunun planında Kürt halkının özgürlüğünü yok etmek var. Onun planı Kürdistan’ın her parçasında Kürtleri yok etmektir. Buna konsept, plan diyoruz. Düşmanın kararı budur. Çok büyük oyununu dünyada ve bölgede sürdürüyor. Birinci ve en önemli amacı budur. Ekonomisi iflas etmiş, çok büyük çapta silah alıyor. Bunların hepsini Kürtlerin katliamı için kullanıyor. Yani bütün imkanlarını bu son bir iki yıl içinde Kürtleri bitirecekler mi, bitirmeyecekler mi diye seferber ettiler. Bu ispatlanmıştır ve doğrudur. Senin düşmanın senin için böyle hazırlıklar yapıyorsa, sen ne yapacaksın? Tabii bitirilmek istemiyorsan, sen de üzerindeki bu katliam planını kaldırıncaya kadar, parti içinde düşman planlarının başarıya gitmemesi için hazırlıklarını yapacaksın. Bundan başka zaten imkanlar yoktur. Hatta yemek için bile imkanlar yoktur. Nerede bir Kürt insanı varsa, ona bile imkan yoktur. Düşman katliamı budur, ben ne yapayım. Önceden de öyleydi, şimdi de öyledir. Bunu yıkmaya çalıştık, halen de yıkıyoruz fakat düşman ben güçlüyüm, bitireceğim, diyor. Bunun için size söylüyorum. Düşmanın bu katliam savaşını kabul etmeyin. Bu savaşa karşı da iğne ucu kadar imkanları doğru değerlendirmezseniz, yaşam hakkınız olmaz. Bırakalım keyfi yaşama, ucuzca bir yaşama bile düşman imkan vermez.

Her zaman size söylüyorum. Ben kendim bile 49 yaşındayım, bu kadar hırslıyım, bu kadar kinliyim, o kadar amaçlar doğrultusunda, yurtseverlik çalışmaları için, özgürlük amaçları için çalışma yürütüyorum. O zaman siz benden daha fazla çalışacaksınız. Ben yoruldum diyor muyum? Hayır! Siz daha yaşamı tanımıyorsunuz. Daha kininizi düşmanın karşısında patlatmamışsınız. Bunun için kendinize ad koymaya bile hakkınız yok. Neden? Size bu kadar darbeler vuran düşmana rağmen, ben insanım diyebilir misiniz? Ben yiğit bir Kürt’üm diyebilir misiniz? Bunların hepsinin düşmanın sizi katletmesiyle bağlantısı vardır. Sen onu vurdun mu, tamam. Diğer bir nokta ise eğer yeni bir yaşam istiyorsan, bu düşmanı çözmen gerekir. Çözmezsen bir nefes dahi alamazsın.

Bunlar gerçekliğinizdir. Sizi mecbur etmiyoruz. Düşman yaşamı budur. O zaman kendini nasıl, düşmanım yoktur, diye kandırabilirsin? Sana vuruyor işte. Sana ülke bırakmış mı? Sana bir parça şerefli yaşam bırakmış mı? Bunların hepsi gerçekliğinizdir. Sizi mecbur etmiyoruz. Ana babalarınızdan kalmış, tarihten kalmış. Bunlar bizim için kader değil. Düşman karşısına dikilebiliriz. Benim ispatladığım ise tek başına olsan bile, bu kan emici düşmanı bitirebilirsin. Bundan daha güzel bir şey var mı? Hayır. İmkanlar var mı? Evet! Dürüst yürüyen insan başarır mı? Evet! O zaman ne istiyorsunuz? Özgür yaşam koşulları için insan daha başka bir şey isteyebilir mi? Bundan başka imkanlar da var mıdır? Hayır! Bunların hepsi doğrulardır.

Size tekrar söylüyorum: Bu yaşam için sonuna kadar partileşme, ne kadar isteniyorsa o kadar partileşme! Bunun için ne kadar komutanlık, savaşçılık isteniyorsa onu alın. Bunun için ne kadar halk isteniliyorsa, o kadar halkla var olun. Bunun için dağda ne kadar savaşım, ne kadar taktik gerekiyorsa hepsi var. Bunun için sonunda başaran kim olacak? Siz kendiniz tabii. Bundan başka çareniz var mı? Hayır! Bunun için sonuna kadar bu doğrularla olun, sonuna kadar başarın diyorum!

12 Şubat 1998

Önder Apo

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on Ocak 28, 2017 by .

Takip Ettiğim Bloglar

Follow Mirovek û Pirtûkek = Bir insan Bir Kitap ABDULLAH ÖCALAN Kitaplari PDF on WordPress.com

Son Yazılar: Yasak Bir Dilin Anlatıcıları [ Dengbêj Dengbêjler ] Kürt Kültüründe Yaşayan Gelenek

Hakikat Arayışı #KürtTarihi #Kürtyazarları #PKK #AbdullahÖcalan

#AbdullahÖcalan #ÖcalanaÖzgürlük #ÖzgürİnsanSavunması #PKK #HPG #YPJ #jinjiyanazadi #azadi #özgürlük #jin #Jiyan #Azadi

Mirovek û Pirtûkek = Bir insan Bir Kitap ABDULLAH ÖCALAN Kitaplari PDF

Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah ÖCALAN"ın yazıları kitaplarını bulabilirsiniz..